Pages

Tuesday, February 17, 2015

Kandilli, Kanlıca, Yoros Kalesi ve Riva

Geçen Pazar sabahı 8de uyanınca, hava da açık olunca kendimizi dışarı atasımız geldi. Ama her haftasonu yaptığımız gibi sahile de gitmek istemedik. Aklıma Alperenler geldi, Kandilli'de boğazın dibindeki çay bahçesi. Öyle havalı civalı cafeler gibi değil, daha doğal daha samimi, haliyle fiyatları da normal, bir çaya 10tl vermiyorsunuz. Burası benim için anadolu yakasının kale cafe'si.


Giydik eşofmanları, atladık arabaya... Beylerbeyinden girdik yola. Kandilliye girdiğimizde bir yandan da paramparça dizisindeki yalının yerini belirlemeye çalışıyordum :)


Alperenler'in kendi otoparkı var, bahşiş usulü ile çalışıyorlar. Mekan zaten ucuz bi yer olduğundan valesi bile makul adamların. Denizin hemen kenarında dışarıda oturduk. Hava güneşli, tepemizde de boru ısıtıcılardan var, hiç üşümeden, karşı kıyıdan Arnavutköy'e bakarak ettik kahvaltımızı. Martıları da unutmadık, onları da besledik. Beslerken ekmek bulamayan insanlar var, hepsini martılara atmayalım diye idareli davrandık ama masamızı toplamaya gelen garson ekmekleri içeri götüreceğine hepsini hooop diye denize attı, biz de bakakaldık.


Saat daha 11. Hazır daha trafik başlamamışken Efe dedi hadi Yoros Kalesine gidelim. Hadi dedim gidelim. Yoldan da Kanlıca yoğurdu alalım mı, alalım!! Co-pilot olarak yoğurtlarımızı hazırladım, hem yedik hem arabayla yolumuza devam ettik, Anadolu Kavağının üstü Yoros Kalesine vardık. 3. Köprü manzaralı yoros kalesinde çekik gözlü turistlerin bile olması bunca senedir buraya gelmediğimiz için beni utandırdı.



1305 yılında Osmanlılar tarafından Bizanslılardan ele geçirilen kale oldukça stratejik bir konuma sahip. Zaten gittiğiniz zaman anlıyorsunuz. Kalenin olduğu yerden baktığınızda, karadenizden gelebilecek en ufak kayığı bile görebiliyorsunuz. Çünkü boğaz karadeniz tarafında daralıyor. Zaten o yüzden de 3. Köprüyü oraya yapıyorlar ya.


Osmanlılar almış ama kısa bir süre sonra Bizanslılara geri kaptırmışlar. 85 sene sonra, istanbul kuşatmasına hazırlık amacıyla I. Bayezid kaleyi tekrar almış ve Anadolu hisarını yaptırırken burayı üs olarak kullanmış. Yoros kalesiyle ilgili wikipediadan okurken gördüm, Bizanslılar Haliçte olduğu gibi iki kavak arasında da çok kalın zincir çekerek boğazdan yabancı gemilerin geçmesini engelliyorlarmış. Neyse, Bayezid almış almasına ama çok da kullanamdan 1414 yılında kaleyi cenevizlilere kaptırmış. 40 yıl kaleye sahip olan cenevizliler yüzünden de kale, ceneviz kalesi olarak da anılıyor.


Bu kadar tarih yeter, daha merak ediyorsanız google'dan bakın. Wikipedia'nın ingilizce sitesinde daha uzun yazıyor, maalesef türkçe versiyonu çok kısa. Kalede görülecek çok birşey yok ama manzara ve doğa çok güzel. Gerçekten temiz hava alabiliyorsunuz.


Karnımız acıkmaya başlayınca bu kadar geldik bari gelmişken de Riva'ya gidelim dedik. Riva ufacık bir yer. Yolda giderken sağa sola bakınmak çok zevkliydi. Küçük köyler ve çok güzel evler var. Riva'da biraz arabayla turladık, 


3 tane balık lokantası var, hepsine baktık ama bir türlü ısınamadık, canımız hiçbirini çekmedi. Yolda gelirken bir sürü kendin pişir kendin ye görmüştük, en azından öyle bir yer buluruz diye, ömerli istikametine doğru dönüş yoluna geçtik. Ve daha biraz gitmiştik ki pembe tabelasıyla bizi çeken Çiçek Restaurant'ı gördük. (aşağıdaki resim linke tıkladığınızda, siteden alındı)

İçeri doğru girdiğimizde önce hayvan barınağına geldik sandım. Onlarca kedi, en az 30 tane köpek... hep bir ağızdan havlamaya başladılar bizim arabanın sesini duyunca. Gayet bakımlı bölmelerin içinde, yeşillikli bir bahçede yuvaları. Daha sonra sahiplerinden öğrendik galiba 62 tane kedileri varmış. Hayvanları sahiplendiriyor musunuz diye sorunca "asla" dedi sahibi, burdan canlı hayvan çıkmaz. O kadar çok seviyorlar, üşenmeden yorulmadan hepsine her gün yemek pişirip veriyorlar.


Riva deresinin kenarında, sezonda gittiğinizde sandal sefası da yapabileceğiniz, ördekleri olan bir mekan burası. Biz gittiğimizde kimse yoktu. Derenin kenarına, üstü de açık olan tek masaya oturduk. Arsız da hemen yanımıza kuruldu. Kedilerden biri. 





Yanı başımıza mangalımız ve etlerimiz geldi, bir de ördekleri beslemek için bayat ekmekler. Hem kendi karnımızı, hem arsızı hem de ördekleri besledik. Sessizce doğada tek başımıza takıldık...



Kalktığımızda hava yavaştan kararmaya yüz tutmuş ve yağmur atıştırmaya başlamıştı. Ömerli yolunu izleyerek dönüşe geçtik. Yolda çok güzel bir spa oteli, şirin küçük köyler, ve 3. Köprünün bağlantı yolları inşaatlarını gördük. Bu kadar gelmişken, hep resimlerinden bakıp beğendiğim, ileride oturmayı hayal ettiğim Ömerli Kasaba Evlerine bakmak istedim. 


Güvenlikteki adam da selamımı alıp sorgusuz sualsiz kapıyı açınca, bu bir işaret olmalı, dedim içinden ve arabayla kasaba evlerinin sokaklarında dolandık. Atlı spor klubüne gittik, giderken de yolun ilerisinde doğanın içinde atla gezen insanları gördük. Evler muhteşem, birbirlerine çok uzak değil ama çit vazifesi gören uzun ağaçlarla bahçeler birbirinden ayrılmış. Dümdüz bir ovada düz ayak bahçeli evler, sessiz, sokaklarda köpek gezdiren bir iki kişiden başka kimse yok. Ordan çıkarken civardaki diğer evlere de göz gezdirip çekmeköy yoluna girdik. Yarım saatte eve geldik ama şehre oldukça uzak bir yer. Hala oturmak istiyorum ama bir yandan da uzaklık canımı sıkmıyor değil.


Akşam 6 gibi eve vardığımızda, gün bittiği için üzüldüm... Keşke güneş hiç batmasaydı, keşke pazartesi hiç olmasaydı...

No comments:

Post a Comment