Pages

Thursday, June 19, 2014

New York Vol.1 Down Town and Mid Town



Manhattan oldukça büyük olduğundan, çoğu Avrupa şehrinde yaptığımız gibi şehri yürüyerek gezmenin burda işe yaramayacağına karar verip hop-on hop-off turlara katılmanın en iyisi olduğuna karar verdik. Grayline’ın (www.grayline.com ) yorumları gayet iyiydi, ayrıca daha önce giden bir arkadaşım da tavisye edince onu seçtik. Zaten toplam 4 tane firma var. (Bir bilgi: Sightseeing firmasını Grayline satın almış, ama hala Sightseeing ismini tutarak farklı firma izlenimi yaratıp pazar payını arttırıyor). Grayline’da 4 ayrı rota var, Downtown, Uptown, Brooklyn ve Bronx. Bir de ayrıca gece şehrin ışıklarını görebilmek için Night Tour. 



Bugün gerçek anlamda şehirde ilk günümüz. Sabah 8.30’da kahvaltımızı etmiş ve otobüs turuna katılmıştık bile! 


Dün havaalanında kadına “who are you?” diye çıkışmamdan sonra Efe oldukça gergin. Ama buna rağmen yine de insanlarla ben muhatap oluyorum. Times Meydanı’nın orda kırmızı mont giyen bir sürü Grayline elemanı bilet satıyor. Yanaştık birine ve kişi başı 72 dolara 48 Saatlik hop-oh hop-off ve nehirde 90 dakikalık cruise aldık. Downtown’la başladık. Times Meydanı 7th Avenue üzerinden gidip, Empire State’e ordan 5th Avenue’ya doğru döndük, Soho’dan geçip Wall Street’e geldik ve biraz yürümek için indik. 




    
Meşhur Boğa heykelini gördük ama heryeri insan dolu olduğu için anca bu kadar çekebildik. Wall Street hiç hayallerimdeki gibi değil. Ne kadar kısa bir sokakmış. Civarda biraz yürüdük ve Wall Street üzerinde Federal Hall’i, ve New York Stock Exchange'i gördük. 

World Trade Center'da Ground Zero - yani eski ikiz kuleler-in yerini kuleler yıkıldıktan sonra boş bırakıp bir anıt yapmışlar, 9/11 Memorial. Dipsiz bir kuyuya doğru akan sular… gerçekten çok anlamlıydı… Yerine bir bina yapmamışlar en azından, ama hemen yanına en yüksek gökdelen olan Tower One’ı "One World Trade Center"ı dikmişler bile. Batı yarımkürenin en yüksek binasıymış.





Biz ordayken Memorial müzesinin açılışı vardı. Hatta Obama gelip açlışını yapacaktı, bizzat orda olmadığımdan görmedim. İkiz kulelerin kalıntılarını tamamen kaldırmamışlar ve yerin altına bir müze kurmuşlar. Ölenlerin yakınları protesto ediyorlardı, çünkü müzeye girişi paralı yapmışlar. İnsanlar haklı olarak bizim ölülerimiz üzerinden bir de para kazanıp turistik bir aktivite mi yapacaksınız diye haklarını savunmaya çalışıyorlardı. Onları haklı bulduğum ve protestoya pasif de olsa destek gösterebilmek adına, o müzeye girmedim, size de girmemenizi öneririm. Yüzlerce insana mezar olmuş bir yerde kalan kolon ve beton yığınlarına bakmak kimseye birşey kazandırmaz, çok merak ediyorsan aç ikiz kulelerin tarihini ve resimlerini internetten izle.


Financial District’ten çıkıp Soho’ya yürüdük. Gerçekten o yüksek binalardan sonra Soho biraz iç açıcı geldi. New York’un kalabalığını, betondan oluşmasını ve sokakta doğru düzgün oturacak cafesinin olmamasını pek sevmedim. O yüzden Soho biraz daha Avrupai sokaklarıyla bana iyi geldi. Malesef sohodaki cafelerin sadece önünden geçtik, orda oturmadık çünkü istikamet Balthazar'dı. Ama önünden geçtiğimiz bu cafe Soho'da en hoşuma giden yerlerden biriydi... sanırım güneş alması da bunda etkili. Sonradan gördüğüm bundan daha güzel cafeler de vardı ama onları çekmemişim. Sohonun en önemli özelliği burdaki binaların cast-irondan dökme demirden yapılmış olmasıymış. Bizzat tık tık'layarak test ettik :)

Öğlen yemeği için arkadaşlarımızın tavsiye ettiği Balthazar adlı bi Cafe/Restaurant'da yemek yedik. Bu resim Balthazarın Cafe kısmından! Ordan çıkıp Little Italy'e girdik. Akdenizli'nin Avrupalı'nın hali bir başka gerçekten!! Sanki New York'ta değilim, sanki italya'da küçük bir sokak. Binalar kısa, sağlı sollu lokantalar var ve masalar dışarda. Dışarda masa koyacak pek yer olmadığından tabiki dar ve çoğunluk tek sıra masa var ama olsun, en azından dışarda oturulacak, canlı bir yer. Çok sevdim orayı gerçekten, ve New York tatilimiz bitmeden son Cuma günümüzde gidip orda yemek yemeyi de başardık.
Little Italy Mulberry adlı pek uzun olmayan bir sokak üzerinde. Biter bitmez ise Çinlilerin işgal ettiği China Town başlıyor. Bütün atmosfer bir anda değişiyor... Dünyayı olduğu gibi burayı da Çinliler ele geçirmiş ve zavallı İtalyanlara kala kala bu sokak kalmış. Son Kale! Çin mahallesi bana göre iğrençti, kimse kusura bakmasın. New York'un genelinde sokak üzerinde gördüğümüz her restaurant denetimlerden "A" almışken, Çin Mahallesinde en yüksek not "B"! Heryer pis, ve kokuyor, kalabalık ve rahatsız edici. Ben zaten Çin'i de sevmemiştim...


Chin a Town'dan kaçarken kendimizi New York Supreme Court'un önünde bulduk.

Artık yorgunluktan ölmek üzereyiz. Hem oturmak için bahane olur hem de zaten durağına geldik... Park Row. Hadi Brooklyn turuna katılalım...azıcık bakına bakına gezelim...




 Akşamüstü Efe'nin "çok güzelmiş" diye duyduğu ıstakozcu olan Luke's Lobster yollarına düştük. Biraz da yürüyüş olsun diye 47th Street'ten 82'ye kadar yürüdük! Şehri görmek adına çok güzel, bacaklarımız adına çok yorucu bir aktiviteydi. Columbus Circle'dan Boradway'i takip ederek Lincoln Tiyatrosunun oraya geldik. Bir baleye bilet almadığıma orda çok üzüldüm gerçekten. Rehberin dediğine göre aylar öncesinden biletleri tükenen oyunlarda dünyanın en iyileri sahne alıyormuş. Az ilerdeki Apple Store'u gezdik ve ... O kadar uzun yol için arada durup benzin de almak lazım, biz de Magnolia Bakery'de mola verdik. Magnolia Bakery şehrin çeşitli yerlerinde var, biz Manhattan'da 3 tane gördük, bu gittiğimiz ise Columbus Av ile 69.St'teydi. Banana Puding methedildiği kadar varmış. Bir de red velvet cupcake yedik, yani kırmızı kadife kek. Bu kek amerikalıların geleneksel keki gibi birşey sanırım, orda çok popüler.



Columbus Av'dan yürümeye devam ettik. Upper West Side'dayız artık. Evler gerçekten çok güzel, Little Italy'yi aratmayacak kadar sevimli sokak cafe ve barları var. Hiç oturmamamıza rağmen bazılarının resmini çektim. Biz tabi Luke's mottosuyla yürüdüğümüz için hiçbirinde oturmadık ama olsun, belki next time!... Dolana dolana, arada Starbuckslarda interneti kullana kullana sonunda Luke's a geldik.O da ne! Burası fast foodcu gibi... tam bir hayal kırıklığı! Küçücük bir dükkan, küçücük porsiyonlar, üstelik pahalı ve bir de Istakozlar soğuk! Yedik tabi, açız çünkü ve ısmarlayana kadar hala bir ümidimiz vardı, ama ne gözümüz ne karnımız doydu. Biraz moralimiz bozulsa da, bu kadar yolu yine de boşuna yürümedik! Buraları başka türlü göremezdik ve gerçekten Columbus ile Amsterdam Avenue'lar çok güzeldi... Artık akşamüstü oldu... yine yorgunuz, bari Night Tour'a katılalım gündüz gördüklerimizi bir de şehrin ışıkları yandığında görelim dedik... Night Tour Times Meydanından kalkıyor yine. Azimle yürüdük, metroya falan binmedik, yolda yürürken de Century 21 mağazası görüp bir de kapanana kadar orda alışveriş yaptık :)

Night Tour'da biraz üşümüş olsak da şehrin ışıklı halini görmek güzeldi... 






 

No comments:

Post a Comment